
Elektrik, su, doğalgaz, petrol… Tüm bu kaynaklarımız tükeniyor. Peki bu durum bizlere nasıl yansıyor? Şöyle ki;
Doğalgaza zam geliyor, gübre üretim maliyeti artıyor. O da tarımsal üretim maliyetini arttırıyor. Bizler bunu soframıza gelen sebze-meyvenin fiyatındaki artıştan anlıyoruz.
Suya zam geliyor, pamuk fiyatı artıyor. O da tekstil üretim maliyetini arttırıyor. Bizler de bunu kıyafet fiyatlarındaki artıştan, aldığımız ürünün içeriğinde ucuz maliyetli malzeme kullanımından anlıyoruz.
Enerjiye zam geliyor, sanayicinin sırtına yük biniyor. Onun yükü tüketiciye de yansıyor.
İstiyoruz ki sanayici tüm enflasyonu sırtlansın. İstiyoruz ki elektrik, su, enerji ve doğalgaza gelen zamların tamamını sanayiciye fatura edelim. İstiyoruz ki sanayicinin kar marjı erisin, yeni yatırım yapamasın. İstediğimiz kısmen oluyor da. Enflasyonun temel nedeninde yatan girdi maliyetindeki artış sanayicimizin üzerine yıkılıyor. Sanayici zarar ediyor, birçoğu küçülmeye gidiyor, bazısı iflas ediyor, varlığını sürdürenlerden bir kısmı da yurtdışında rekabet edemez hale geliyor.
Peki sonra ne oluyor?
Zamlar geliyor. Bu kez bize. Yani tüketiciye. Zamlarla sanayicinin derdine istemeden de olsa ortak oluyoruz. Yani onun yaşadığı ekstra tüm dertler, tüketici olan bizlere de yansıyor ve aldığımız tüm ürünleri yüksek fiyattan almaya başlıyoruz.
Vatandaş soruyor: “Peki bu böyle mi sürecek?”
Hayır. İstersek işi tersine çevirebiliriz.
Temelinde baktığımızda insanlığın çıkardığı atıkların (genel anlamda anıldıklarında çöplerin diyelim) tamamına yakını geri dönüştürülebilir malzemelerden oluşmaktadır. Sanayicinin ihtiyacı olan enerjiden bahsediyorum. Sanayicinin tasarruf edeceği elektrikten, sudan bahsediyorum.
Geri dönüştürülmüş hammaddeye ulaşan sanayici o hammaddeye ucuz fiyattan sahip olur. Yurtdışındaki petrokimya tesislerine milyarlarca dolar döviz ödemez. Paramız cebimizde kalır. Sanayiciyi etkileyen bizi de etkilediğine göre inanarak diyebiliriz ki; “Paramız cebimizde kalır”
Öyleyse kaynaklarımızı fütursuzca harcamayı bırakıp, kaynağında ayrıştırma yapıp, ayrıştırdığımız atıklarımızı sanayimize kazandırabiliriz. Plastik, metal, kağıt, cam gibi malzemelerden üretilen ürünler çeşitli prosedürlerden geçtikten sonra tekrar hammaddeye dönüştürülebilir. Hem bu kez daha az enerji harcanacaktır. 1 alüminyum içecek kutusu sıfırdan üretildiğinde harcadığı enerjiyi ele alırsak, aynı alüminyum kutu geri dönüşerek tekrar alüminyum kutu yapıldığında %95 enerji tasarrufu sağlar. Organik atıklar kaliteli gübre olur mesela. Bizler sağlıklı işleyen bir sistem kurabilirsek (TEMİZ ATIK DERNEĞİ BELEDİYELERE BU ALANDA DESTEK VERMEK İSTER) katı atık depolamalarının kullanımına ihtiyaç da kalmaz.
Avrupa yıllardır geri dönüşüm yapmakta. Herkes evinde, yani mutfağında (diğer bir deyişle kaynağında) ayrıştırma yapmakta ve Avrupa döngüsel ekonomiye geçmiş durumda. Bizler hala üret-kullan-at modelini uyguluyoruz. Ambalaj atıklarımızı çöplerimizle aynı poşete koyup geri dönüştürülebilir atıklarımızı kirletiyoruz. Hal böyle olunca o atıklarımız Belediye ya da vahşi atık toplayıcıları sayesinde geri dönüşüm tesislerine ulaşsa dahi kontamine atığımız ya kalite kaybı yaşıyor ya da doğrudan çöp oluyor.
Sürdürülebilir bir ekonomi için, kaynak kullanımını azaltabilmek için, atıklarımızın ekonomik değerinin yitirilmemesi için artık doğru şekilde geri dönüştürmeyi öğrenmeli ve temiz atık oluşumunu arttırmalıyız. Yani;
Geri dönüşüm tesislerine gönderdiğimiz atıklarımızın tamamımın temiz olduğundan emin olmalıyız.
Leave a Reply