
Yapılan araştırmalara göre alım gücü düşen, işini ve mevcut düzenini yitiren yetişkinler, intihara eğilimli olabiliyorlar. Dolayısıyla maddi endişelerin ruh sağlığını çok olumsuz yönde etkilediğini söyleyebiliriz.
Bir de iklim krizini henüz bireysel olarak yaşamamamıza rağmen duyduğumuz bir eko-endişe durumu var. Peki bunu nereden anlıyoruz? Araştırma sonuçlarına göre artan sıcaklıklar ve intihar vakalarında doğrudan bir ilişki olduğu sonucuna ulaşılmış. Yapılan anketlerde eko-endişeyi yaşayanların çoğunluğunu ise ne yazık ki gençler oluşturuyor.
“Eko-endişeye mahal yok” diyebilir miyiz? Paris İklim Sözleşmesine imza atan bütün ülkeler, bütün yükümlülükleri yerine getirebilirlerse sıcaklıkları 1,5 dereceyi geçmeyecek şekilde kontrol altına alabilir miyiz? Bu mümkün mi? Evet mümkün.
Peki bilim adamları ne diyor? Biz hep onları dinliyoruz. Gerçekten de eko-endişeye gerek yok mu? Onlar gidişata bakarak ısınmanın artacağını öngörüyorlar. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres “Fosil yakıtlara olan bağımlılığımız insanlığı sonun eşiğine itiyor. Sıkı bir seçimle karşı karşıyayız. Ya biz onu durdururuz ya o bizi durdurur. Artık yeter demenin zamanı geldi” diyor. Söylemek istediği şu: Ancak bir mucize olur da aklımız başımıza gelirse (tabi beş sene sonra değil, bugün, şu an!) hala bir şansımız var. Eh, bu durumda eko-endişeyi -sağlığımızı bozmayacak dozda- alabiliriz. Lakin görüyorum ki kimsenin durumu gördüğü, anladığı, görse ve anlasa da umursadığı yok.
Örgülü saçlarıyla tanıdığımız Greta kardeşimiz de aynı açıklamaları yapıyor. Şimdiye dek kim bilir kaç yerde çıkıp konuştu… Sorun da bu aslında. Her yıl çevreciler toplanıyor, kurullar düzenleniyor, konferanslar tertip ediliyor, konuşuluyor, sıkıntılar masaya yatırılıyor, şunlar yapılmalı deniyor ve bir sonraki oturumda tekrar buluşuluyor. Mevzu aynı mevzu. Kişiler aynı kişiler. Sürekli sona yaklaştığımızın altını çizen Greta’da aynı tedirgin ve öfkeli bakışlar… Halbuki kız haklı. “Yüzyılın sonuna kadar sıcaklık 2,7 dereceyi vuracak” diyor Greta. Greta geleceği için tedirgin. Greta isyanında haklı.
Ugandalı iklim adaleti aktivisti Vanessa Nakate da haklı. Yaşadığı coğrafyaya bakılacak olursa, onlar için 2 derecelik artış milyonlarca insanın stres sebebi olacak. (O milyonlarca insanın bir bölümünün intihar ettiğini, bir bölümünün göç ettiğini, bir bölümünün de kaderine mahkum edildiğini şimdiden öngörebiliriz) Vanessa’nın çok doğru bir sözü var. Diyor ki; “Zengin ülkeler 2009 yılından bu yana dünyanın en savunmasız ülkelerine para toplamak için mücadele ederken, bankaların iklim eylemleri için birdenbire trilyonlarca doları masaya yatıracaklarına inanmıyoruz”. Biz ülke olarak şanslıyız ki bazı bankalarımızın çevre temizliği ve geri dönüşüm konusunda, iklim kriziyle mücadelede attıkları büyük adımlar, yürüttükleri başarılı projeleri var. Ancak yeterli mi? Maalesef. Daha fazlasına ihtiyaç var. Vatandaş hala geri dönüşümü bilmiyor. Sürdürülebilirlik ilkesiyle diye başlayan firmaların tamamı hala satışa yönelik çalışmalar yapıyorlar. “Biz ileri dönüştürüyoruz, biz çevreciyiz” diyen modacılar bile ileri dönüştürdükleri kıyafetleri yüksek bedellere satıyorlar. Diyecekler ki; “Bu tencere de kaynamalı değil mi Esracım? Tamam, kaynasın, ancak “Hem kaynasın hem oynasın, hadi gülüm yandan yandan…” şarkısını mırıldanarak değil.
Sürdürülebilirlik tanınmanın, isim sahibi olmanın yeni modeli olmamalı. Geri dönüşüm de “Bakın ben yapıyorum, hatta en çok ben yapıyorum, bakın da görün ne kadar çevreciyim” gösterisi olmamalı. Vatandaşlık görevi olmalı. “Ben memleketimi seviyorum, ailemin, insanımın geleceğini düşünüyorum, tüketim çılgınlığımızdan tedirgin oluyorum, işe kendimden başlıyorum” diyebildiğimiz şekilde olmalı. Tüm bu şovu yapanların maddi-endişe değil, eko-endişe duymalarıyla mümkün adımları atmalarını diliyorum. Onlar endişeye düşerse, bizlerin endişesinin azalacağı yarınlara yürüyebileceğimize inanıyorum. Onların düşeceği endişenin, yaşayan herkes üzerinde olumlu etkisi olacağına inanıyorum.
Psikoloji okumuş yahut biraz olsun psikoloji bilgisi olan bir insan, kaygının bir dereceye kadar faydalı olduğunu bilir. Sınava girecek her insanda biraz olsun kaygı vardır ve bu normaldir. Kaygı fazlaysa başarısızlık getirir. Kaygı hiç yoksa o da iyi değildir. Düşünsenize sınava giriyorsunuz, başarıp başarmamanız umurunuzda değil. Oldu mu şimdi? Olmadı. Öyleyse herkeste biraz kaygı olumlu sonuçlar doğurur diyebiliriz. Ne hep ne hiç. Ayarında, kıvamında olmalı. Sürdürülebilirlik ilkeleriyle malını satmak isteyen satıcı “Al, al, al, bu çevreci, bunu al” demeyecek mesela. Biraz olsun kaygısı olacak ve illa bir şey diyecekse de sözleri “Bu çevreci, gerçekten ihtiyacın varsa al. Alıyorsan da ihtiyacın kadarını al” şeklinde olacak. İleri dönüşüm yapan modacı arkadaş: “Bu ninemin danteli, şahane bir elbisenin üzerine (elbise eminim ki yeni) işlendi, sürdürülebilirliği (!) sağlandı ve ortaya şu şahane parça çıktı. Bununla kombin olabilecek nostaljik 24 ayar altın Adana burması bileziklerim internet adresimde satışta (Altın da yerin altına lazım, üstüne ya da üstümüzde sadece dursun diye bize lazım değil) tamamen sürdürülebilirlik ilkeleriyle yaptığım çalışmalara ve aldığım ödüllere de bakabilirsiniz…” şeklinde konuştuğunda konunun özünü anlayabilmeli ve o modacıya prim vermemeliyiz. İki güzel hareketin altında satış kokusu aldığımızda o kişiyi desteklemememiz gerektiğini öğrenmeliyiz. “Devir duyar kasma devri, akıllı davranıp o kanaldan yürümeliyim” diyen ve o duyarı nakite çevirmeye çalışan hiç kimseye destek olmamamız gerektiğini anlamalıyız. Greta gibi her yıl bir yerlerde konuşmak da çözüm değil, ortamı fırsata çevirip satış yapmaya çalışanları desteklemek de değil, firmasının bilinilirliğini arttırmak için sürdürülebilirlik ilkelerine dayanarak hazırlanan design week, fashion week, geri dönüşüm zirveleri de değil. Ne peki? Gerçek adımlar. Gerçek kazanımlar.
Gerçekleştirdiğimiz tasarruflardır gerçekten elle tutulur, gözle görünür olan.
Şimdiye kadar ne yaptıysak yaptık. Ne aldıysak aldık. Artık önümüze bakma vaktidir. Biraz eko-kaygı yaşama vaktidir. “Ben ne yapabilirim?” sorusunu kendimize sorduğumuz, “Ne yapıyorsam daha iyisini yapmaya çalışmalıyım” diyebileceğimiz vakitten bahsediyorum. Değişim işte o vakit gerçekleşmeye başlayacak diyorum. Bende başladı, sıra sizde diyorum. Sizde de başladıysa, hepinizin ellerinden, gözlerinden öpüyorum, yüreklerinize sarılıyorum.
Leave a Reply